|
KARATEPE-ASLANTAŞ GEÇ HİTİT KALESİ AZATAWİTAYA
Karatepe-Aslantaş; M.Ö. 8. yüzyılda, yani Geç Hitit Çağında, kendisini Adana Ovası hükümdarı olarak tanıtan Asatiwata tarafından, kuzeydeki vahşi kavimlere karşı bir sınır kalesi olarak kurulmuş, Asativadaya diye adlandırılmıştır. Kalenin batısında, bir kervan yolu, doğusunda Ceyhan Irmağı (Pyramos), bugün ise Aslantaş baraj gölü yer almaktadır. Yüksek kulelerle donatılmış T-biçimli anıtsal iki kapı binası kale içine açılıyordu. İki kule arasından, üstü açık bir geçitten sonra bir eşiğin arkasında bazalttan mil yatakları içinde dönen anıtsal ahşap bir kapı aşılarak bir sahanlığa, bunun yanında iki yan odaya, gene sahanlıktan da kale içine giriliyordu. Güneybatı kapıdan Aslantaş baraj gölü ve Domuztepe görülür. binasının iç tarafındaki kutsal alanda çifte boğa kaidesi üstünde Fırtına Tanrısı Baal-Tarhunzas'ın 3 m. yüksekliğindeki boy heykeli, kapı odasındaki bazalt kabartmalarda, kralın ülkesini ve yaptıklarını öven yazıtlar, saray yaşamı, av, mitoloji, tanrılara sunu sahneleri yer alır.

Kralın Yemek Şöleni
ÜSTTEKİ SAHNE;Kral sol elinde bir köfte tutarken, sağ eliyle geniş bir kap içindeki pidelerden birini almaktadır.Kabın içinde üç köfte daha durmakta. İki uşak. uçuşan sinekleri kovmak ve serin hava sağlamak için yelpaze sallıyor. Daha solda uşaklar krala yiyecek içecek getirmekteler. Kızarmış tavşan, et, meyve ve içki.
ALTTAKİ SAHNE; Uşaklar çölen için, bir öküz ve kuzu getiriyorlar. Çalgıcılar müzik yapıyor. Burada görülen lir en eski lir biçimine benzemektedir. Kralın yemek masasının altında, bir maymun ve bir tavşanı gagalıyan yırtıcı kuşları görüyoruz.
Fırtına Tanrısı BAAL
Sağ ve sol odacıkların iç duvarları bazalt bloklara işlenmiş arslanlar, sfenksler, yazıtlar ile günün inanç ve yaşayışını sergileyen kabartmalardan oluşan duvar kaplamaları ile donatılmıştır. Her iki kapıdaki eserleri kazı ekibince onarılıp yerlerine konmuştur. Ortaya çıkarılan sarayın duvarları 1.5m. seviyesinde korunagelmiştir. Yazıtlar bugüne kadar bilinen Fenike ve Hiyeroglif (Luvice) yazı sistemlerindeki en uzun çift dilli metinlerdir. Yazıtlar, birer kere her iki kapı binasına, Fenikece 3. bir örneği de kutsal heykel üzerine işlenmiştir

Fenike metninin okunabilmesi sayesinde, henüz tam anlamıyla çözümlenmemiş olan, Anadolu'da M.Ö.2.bin yılının başlarına kadar geri giden hiyerogliflerin nihai çözümüne olanak sağlayan bir anahtar ele geçmiş oldu. Kent uluslararası bir üne kavuştu. M.Ö. 2. bin yılda Anadolu'ya hakim olan, başkenti bugünkü Boğazköy (tarihsel Hattuşaş) olan Hitit İmparatorluğu M.Ö. 1200 yıllarında "deniz kavimleri" baskını sonucunda parçalanıp dağıldıktan sonra, Torosların güneyinde Malatya, Sakçagözü, Maraş, Kargamış, Zincirli gibi bazı krallıklar kurulmuş, bunlar daha sonra, çeşitli aşamalarda Asurluların eline geçmiş yağmalanmışlardır. Asativatas'ın hükümdarlığı işte bu döneme rastlar. Kurduğu kale de büyük olasılıkla Asurlular tarafından M.Ö. 720 sıralarında Salmanasar V, ya da M.Ö. 680 yıllarında Asarhaddon tarafından yakılıp yıkılmış ve terkedilmiştir
araba sahnesi


KEŞFİN ÖYKÜSÜ

İLK DUYUM
1945 yazı sonlarında, İst.Ün. Ark.Bl.den Prof. HELMUTH THEDOR BOSSERT, asistanı HALET ÇAMBEL, Nihal Ongunsu. Muhibbe Darga Toroslarda Hitit izlerini sürmek ıçin yola yola koyulurlar. Bir taş arabası sırtında ulaştıkları Feke'de göçebe Yörüklerden, Kadirli dağlarında bir Aslanlı taşın olduğunu öğrendiler. Okul açılma zamanı gelmişti, geri döndüler.
Arkeokoğlar ilk kamplarını kurmuşlar
KEŞFE YOLCULUK
1946 şubatı. Bossert'in kafasında hep aslanlı taş vardı. (Hititlerin sembolü olan aslanın olduğu yerde bir Hitit Yerleşmesi olabilirdi.) Sömestir tatilinden istifade ekibi yine topladı. Duydukları gerçek olabilirdi. Toros ekspresiyle keyifli bir yolculuk sonucu Adana'ya ulaşırlar. Vali ve Milli eğitim Mdr. Nü ziyaret onlara bir kamyon sağlar. Tabi bir günlüğüne. Havanın kararmasına iki saat var. Ekibe Adana Mz.Mdr. Naci Kum'da katılır. Hemen yola çıkmalı ki, 150 Km.lik Kadirliye ulaşılabilsin. Prof.Bossert ve muavin öne kızlar kamyonun üstü açık kasasına. Yağmur sağnağa çeviriyor, yol çamur deryası. Şoför hocaya yalvarıyor, bu yol geçit vermez geri dönelim. Bir daha araç nerden bulunacak? Hoca devam diyor. Sonunda kamyon yola saplanır. Kızlar ormandan çalı çırpı toplayıp yola döşerler. İki saatlik, sağnak altındaki bu çalışma netice verir.İte kaka tekrar yola koyulurlar. Tabi kamyon saplandıkça arkadan iterek. Nihayet sabahın dördünde bir köye ulaşıyorlar. Köylü ayağa kalkıyor, ekibi camı olmayan bir han odasında misafir ediyorlar. Çay sohbet derken sabah oluyor. Adana'dan Kozan'a bu yolculuk dokuz saat sürmüştü. Feke'ye hareket ediyorlar fakat kamyonun hali kalmamıştır. Yolda bobin yakıyor. Görünürde terk edilmiş bir han var. Arkeoloji ekibi, tarihsel değeri olan bu hana sığınıyor. Ah birde çatısı, kapısı, penceresi olsaydı. Bossert, Halet hanım ve Ali Rıza Yalgın (Kayseri Mz.Md.) , ormanın içinde toprak bir yol bulup yürümeye başlarlar. Kış ortasında aç kalan kurtlara karşı Bossert'in bastonu. Yılanlara karşı Ali Rıza'nın uzun yün bir kuşağı vardı. Kulaklarında Muhibbe Darga'nın , Kurtlar o bastonu kürdan
yapacaklar şakası, yürüdüler. Bu arada çıkan kar fırtınası altında Feke'nin ışıklarını gördüler. Ama bir derenin karşı tarafında. Bossert ateş yakmaya çalışırken bir taraftan da avaz avaz bağırıp seslerini duyurmaya çalışıyorlardı. Neden sonra Feke'li bir kafile ellerinde fırtına fenerleriyle göründüler. Kaymakamın hazırlattığı rakı sofrası, iliklerine kadar donmuş kafileyi ısıttı. Zincirli tek kamyon diğerlerini kurtarmaya gitti. Gecenin geç saatlarinde getirilen ekip, ısıtılıp hemen yatırıldılar. Kar fırtınası dinmek bilmiyordu . Feke'de birkaç gün kaldılar. Buradaki kahve sohbetlerinin konusu tabiki aslanlı taşdı. Türkmen çobanlar ve ormancılar taşı doğruluyorlardı.
Kozan'a döndüler. Hepsi hastaydı. Kıpırdayacak halleri yoktu. Prof. Bossert merakını yenemiyordu, 'Eğer gitmeye niyetliyseniz gideriz! dedi. Grup ikiye ayrıldı. Mersin'e araştırmaya gidenler ve aslanlı taşı hala merak edenler. 27 şubat saat 13'te Bossert, Halet (39,5 derece ateşle), Naci Kum, bir
taş arabasıyla, çamur deryası yola koyuldular. Bu atta, arabada, arabacıda yolda iflas etti. Köseli köyde değiştirdiler. Bu arabada çamur deryası yolda hendeğe yuvarlandı. Atlara bir şey olmamıştı. Hep beraber düzeltip yola devam ettiler. Ve nihayet Kadirli'ye ulaştılar. Burada kimsenin aslanlı bir taştan haberi yoktu. Kaymakam herkezi teker teker çağırıp soruyordu. Nihayet gezmeye ve eski eserlere meraklı ilkokul öğretmeni Ekrem KUŞÇU geldi. Bu taşı defalarca görmüştü ve gösterebilirdi. Atla 5-5.5 saat sürüyordu. Kalıntılar hakkında detaylı bilgi verdi. Şimdiye kadar kimsenin incelemediğini de ekledi. Bossert o gece çok rahat uyudu.
Ertesi sabah atlarla, çam ormanları arasından Kız-yusuflu köyüne ulaştılar. İki saatte ise tepenin eteklerine. Hemen atları bağlayıp, tepeye tırmandılar. Çalı çırpı onlara herhalde lale bahçesi gibi gelmiştir. ASLANTAŞ orada önlerindeydi. Hemen yanında kaidesinden düşmüş bir heykel ve yazıtlar, yazıtlar. Hemde farklı dillerde. Hititçe yi çözüme kavuşturacak çok dilli yazıtlar olmasın? Bossert'in uykularını kaçıran, rüyalarına giren aslanlı taş söylentisi doğru çıkmıştı. Burası bir Hitit yerleşimiydi. Bossert yerleşimi isimlendirdi; << KARATEPE-ASLANTAŞ>>
Fotoğraf çektiler. Heykelin sırtındaki yazıtın estampajını çıkardılar. Hava kararıyordu. Geri dönme zamanı. Geceyi Kızılyusuflu da kamp ateşi başında köylülerle s geçirdiler. Biliyorlardı ki Karatepeye yine geleceklerdi.
Taşımacılığın deve kervanlarıyla yapıldığı yıllarda, karakışta Toros Dağlarında gezinmek demek ki zevkli olabiliyor.
KAZILAR BAŞLIYOR

ÖN ARAŞTIRMA
1947 baharında Prof. Bossert ve Doç. Bahadır Alkım ön çalışma için geldiler. Ayağını burktuğu için Halet yoktur. Surları, sur içindeki yapıları, bazı ortostatları ve yazıtları saptadılar. Geceleri yakınlardaki yaylada konaklamış Türkmenlerin kampında Kızyusuflu dan bir ailenin verdiği çadırda yattılar. Dört hafta boyunca Türkmenlerinverdikleri yufka ekmeği, sert keçi peyniri ve yoğurdu yediler. Döndüklerinde epey zayıflamışlardı.
Kadirli Kaymakamı ve belediye reisi Karatepe'nin keşfiyle yakından ilgileniyorlardı. Ama bir ricaları vardı. Kadirli'nin tarihi ve eserleride tespit edilmeliydi. Bu istekler kabul edildi. Flaviopolis Alkım'a epey yazıt ve antik eser ve Roma yapıtı verdi. Alacami eski bir kilise kalıntıydı. Daha önce bir tek Gertrude Bell Kadirli'ye gelmiş o da Alacamiyi incelemişti.
İstanbul arkeoloji müzesinde sergilenen İmparator Hadrianus'un iki metrelik muhtaşem bronz heykeli 1932 de Kadirli'den ( Filavipolis )çıkarılmıştır.

KAZILAR BAŞLIYOR
1947 yazında kazılar başladı. Bossert, eşi Hürmüz Hanım, Halet Çambel, Bahadır Alkım, eşi Handan Alkım, Nihal Ongunsu uzun yıllar burada çalıştılar.
Kazılar sonucunda, Danuna (Adana) ülkesi Kralı Asitavandas'a bir saray ve bu sarayı süsleyen kabartmalı orhostatlar, kral ve tanrı heykelleri, aslan, boğa, sfenksler ortaya çıkarıldı.Bu eserler toplandı, temizlendi, birleştirildi, yerlerine kondu ve koruma amaçlı çatılarla kapatıldı.
Bossert, 1951 yılından sonra bundan sonrası müzecilerin işi diyerek Karatepe'yi terk etti. Halet Çambel ise yeni başlıyordu. Parasızlıktan bir ara duran kazılar, halen devam etmektedir.

W.C.Ceram, Bossert'i Karatepe'de ziyaret ediyor
Profesör Helmuth Th.BOSSERT
1889 Güney Almanya'da doğdu. 1918 de Galiçya cephesinde Türk tarafında savaştı. Nazilerce kara listeye alınıp, kitapları yakıldı. 1933 yılında Boğazköy'de Kurt Bittel'le çalıştı. Aynı yıl milli eğitim bakanı Reşit Galip Beyin isteğiyle Türkiye'de kalıp, 1934 yılında İstanbul Üniversitesinde profesör ve arkeoloji enstitüsüne müdür oldu. Türk uyruğuna geçti ve Hürmüz Hanımla evlendi. 1959 yılında 70 yaşında emekli oldu ama ders vermeye devam etti. 5 Şubat 1961de vefat edip, sevdiği bu topraklarda defnedildi.

Profesör HALET ÇAMBEL
İlköğretimini Almanya, orta öğrenimini Arnavutköy kız kolejinde tamamladı. Fransız hükümetinin bursuyla, 1933-39 arasında Sorbonda arkeoloji okudu. İstanbul Üniversitesinde 1940'da asistan, 44'de doktor, 47'de doçent, 1960'da profesör oldu. Prehistorya kürsüsünün kurucusudur. 1984 yılında emekliye ayrıldı. 1939 da Afyon-Pişmişkale, 1948-49 da Midas Kenti kazılarında çalıştı. 1961 de Kadirli'deki Ala Camiyi (Bazilika) araştırdı, sonraki yıllarda da koruma amaçlı çalışmalar yaptı. Ülkemizdeki ilk açık hava müzesinin kurucudur. Hayatını adadığı Karatepe-Aslantaş kazılarında, kazı başkanı olarak günümüze dek (2005) çalışıyor.
(NOT: Halet Hanım 12 Ocak 2014 sabaha karşı çok erken saatlerde, uykuda Yaşama Gözlerini Yumdu)

EKREM KUŞÇU
İlkokul öğretmeni. Karatepe'nin asıl kaşifi dense yeridir. O ortaya çıkmasaydı ekibin ümitleri sona ermişti. Daha sonra Bossert'in teklifiyle Türk Tarih Kurumundan ikramiye aldı.
Ekrem Kuşçu 1927 yılında burayı ilk kez görmüş ve üç kez daha gitmiş.Ali Rıza Yalgına bahsetmiş, Ali Rıza Beyde 15 4 1939 tarihli Türksözü gazetesinde yayınlamış.
Ekrem Bey, gecenin 11inde Bossert'le ilk karşılaştıklarında aslanlıtaş tan bahsederken, nehrin karşı kıyısında da kalıntılar olduğunu söyler. Domuztepe (Karatepenin tam karşısında, Ceyhan'ın doğu kıyısında) diye adlandırılacak bu yerde Hitit ve Roma eserleri çıkarıldı.
FRANZ XAVIER STEINHERR
1839 yılında tesadüfen Bossert'le tanıştı. İngilizce,Fransızca, Rusça Japonca, Arapça, Türkçe bilen bir almandı. Bossert'in isteğiyle Grekçe ve Latinceyide öğrendi. Bossert arkeoloji bölümünü de bitirmesini istiyordu. Arkeoloji bu dil meraklısından faydalanmalıydı. Steinherr Alman Hastanesinin muhasebecisi ve idare amiriydi
ancak ortaokul mezunuydu. Bossert'i kırmadı. 37 yaşında olmasına rağmen Almanyaya gitti, lise diplamasını alıp fakülteye yazıldı ve hem lisans hemde doktora tezini verdi. Hititçe ve Mısırcayı da öğrenmiş oldu. İşini bırakmamıştı.1947 ilk yıl kazılarına konuk olarak katıldı. Karatepe yazıtlarının çift dilli olduklarını kanıtladı.
BAHADIR ALKIM (1915-1981)
Bossert'in Doçentiydi. Alacahöyük ve Alalak da çalışmıştı.
Karatepe kazılarında 1947-1957 arası görev aldı. Haftada bir kere at sırtında beş saat süren Kadirli'ye gider eksikleri ve postayı getirirdi. Herkes sağ salim gelmesi için dua ederdi. 1960'da Profesör oldu. Tilmen Höyük ve Gedikli de eşi Handan Alkım'la birlikte çalıştı.
MUHİBBE DARGA
(1921- )
istanbul'da doğdu. Erenköy Kız Lisesi'ni bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesi Arkeoloji Bölümüne girdi. 1947 yılında doktor ünvanını aldı.
1950 yılından 1959'a kadar Anadolu'nun çeşitli liseslerinde Tarih, Sanat tarihi ve Fransızca hocalığı yaptı. 1960 yılında doktor asistan olarak İstanbul Üniversitesi Edebiyat fakültesine girdi. 1965'te doçent, 1973'te profesör oldu. Bölümünde Hitit Sanatı ve Hitit Dili ağırlıklı dersler verdi. 1983’te Eski Çağ Dilleri ve Kültürleri Bölümüne başkan atandı. 1985 yılında bu görevinden kendi isteği ile ayrıldı. Bir yıl Eskişehi Anadolu Üniversitesi Sinema ve televizyon Bölümünün yüksek lisans öğrencilerine konuk hoca olarak "Anadolu Uygarlıkları" konusunda dersler verdi.
Side dilinin okunmasına ve çözümüne katkıda bulunan araştırmalar yaptı. Kitapları arasında "Eski Anadolu'da Kadın" (1976; 2.baskı 1984) toplumumuzda en çok dikkati çeken önemli bir araştırmasıdır.
Katıldığı Kazılar:Karatepe (Prof.Dr.H.Th.Bossert başkanlığında), Gedikli (Prof.Dr.Bahadır Alkım Başkanlığında), Değirmentepe (Prof.Dr.Refik Duru başkanlığında). Darga, 1978-1979 yıllarında şemsiyetepe-Karakaya Baraj Havzası kazılarını başkan olarak gerçekleştirdi. Son kazı çalışmalarını 1989-1991 yıllarında Şarhöyük-antik Darylaıon ören yerinde başkan olarak, adı geçen üniversitede öğretim üyesi olan öğrencileri ile gerçekleştirmiştir.
YARARLANILAN KAYNAKLAR
ARKEOLOJİ,Hasan Tahsin Uçankuş, Kültür Bakanlığı -2000
BOĞAZKÖYDEN'DEN KARATEPE'YE,H.ÇAMBEL, M.DARGA YKY-2001
Toplumsal Tarih. Sayı,125, H.ÇAMBEL Tarih Vakfı-2004
TANRILARIN VATANI Anadolu, C.W.CERAM Remzi Kitabevi-1994
KÜLTÜR BAKANLIĞI SİTESİ, www.kulturturizm.gov.tr
Ve Ali GÜNEYGÜL ( bu sitenın yapımcısı) özel çalışması
Mehmet Özdoğan'ın gözüyle Halet ÇAMBEL
Prof.Dr. İ.Ü. Edebiyat Fakültesi Prehistorya Ana Bilim Dalı
Otuzdört yıldır tanıdığım, öğrencisi ve asistanı, daha sonraları da meslek yaşamımın çeşitli aşamaları boyunca sürekli olarak birlikte olduğum Halet Hoca için, her halde "tanıdığım Prof. Halet Çambel" değil, "tanımaya çalışıp da, tanımayı beceremediğim Halet Hoca" şeklinde bir yazı yazsam daha gerçekçi olurdu.
Belki Halet Çambel'in en gerçekçi tanımı "başkalarından çok farklı olduğu" ya da "Halet Hoca'ya özgü" şeklindedir.
Bunun en belirgin örneğini kırk yılı aşkın bir süre emek verdiği Karatepe-Aslantaş oluşturur. Toros dağlarının kuş uçmaz kervan geçmez bir yerinde Hitit dönemine ait kabartma ve yazıtları bulduktan sonra, bunların yalnızca fotoğraflarını yayınlayıp, çalışmayı kesebilirdi; bu da, hele 1950'li yılların Türkiye'sinin koşullarında, hiç kimsenin kınamayı aklına bile getirmeyeceği bir davranış olurdu. Halet Çambel, Karatepe'de, daha sonra tüm bilimsel yaşamını belirleyecek olan bir yaklaşım sergilemiş, çalışma konusunu yalnızca kişisel bilimsel çıkar öğesi olarak değil, topluma karşı bir "ödev" olarak görmenin ve bunu her koşulda gerçekleşebileceğinin örneğini sergilemiştir. Çambel'in kırk yıl önce sergilediği ve o yıllarda diğer meslektaşları tarafından küçük görülen bu yaklaşımının değeri ancak son bir kaç yıl içinde anlaşılarak övgü almaya, diğer çalışmalar için de örnek olmaya başlamıştır. Kendisini ünlü yapmaya yetecek kadar Hitit kabartma ve yazıtı olmasına rağmen, yıllarca Ceyhan'ın yatağında, bu eserleri tümlemeye yararlı olacak parçalar toplamak ve daha sonra da bunları sergilenebilir duruma getirmek için yıllarını vermiş, bu eserlerin herhangi bir müzede değil, yerinde, doğal ortamı içinde korunması gerektiğini savunmuştur. Tüm olumsuzluklara karşın Karatepe'yi koruyucu bir örtü sistemi ile örterek açık hava müzesi olarak düzenlemiştir. Ancak Çambel'in kimliği esas olarak bundan sonra Karatepe'de yaptıkları ile ortaya çıkar: olağan koşullarda ancak bir devlet teşkilatının yapabileceği bir dizi işi tek başına üstlenmiş, inatla da onlarca yıl bu çabasını sürdürmüştür. Dağ başındaki bu müzenin yaşaması ve bununla bütünleşen ormanın varlığını sürdürmesi için yerel halkın bunlara sahip çıkması, bunun için de çevre köylerin belirli bir gelire sahip olması gerektiğini görmüştür. Bunu izleyen yıllarda, Prof. Çambel tüm uğraşını bu işe yöneltmiş, ormanın yaşaması için köylüyü keçi yerine koyun beslemeye alıştırmaktan, geliri olsun diye kilimcilik, kilimler satabilsin diye kök boya formülleri bulmaya, eğitim düzeyi artsın diye okul ve kurs açtırmaktan, su, elektrik, yol gibi devletin nerede ise tüm görevlerine kadar pek çok işi, birey olarak yüklenmiştir. Sonuç belki Halet Hocanın tam istediği gibi olamamış, zaman zaman ormanı yanmış, kilim işi çığırından çıkmış, ama bugün Karatepe-Aslantaş bir model olarak, bir arkeolojik ören yerinde neyin yapılması, neyin de yapılmaması gerektiğinin örneği olarak ortada kalabilmiştir.
1965 yılında Çukurova Bölge Planlamasının altyapı hazırlığı için Silifke'den İskenderun'a kadar tüm kıyı şeridinin taranması, Adana kentsel gelişim planlaması için kent envanteri çıkartılması, 1964 yılı Çayönü kazı ekibine arkeologların yanı sıra zoolog, botanikçi, coğrafyacı gibi geçmiş doğal çevreyi inceleyen uzmanların da katılması, İstanbul Üniversitesi Prehistorya Laboratuvarının kurulması ve o yıllarda hiç bir müzenin almak istemediği çanak kırıklarından "başvuru" koleksiyonu oluşturulması...
Ancak Türkiye genelinde bunlara Halet Çambel'in "gariplikleri" olarak bakıldığını da biliyoruz.
Yalnızca arkeoloji bilimi açısından baktığımızda, Halet Hoca'nın belki en önemli katkısı Keban Projesidir. Keban projesinin önemi ülkemizde uygulanan ilk "örgütlü" arkeoloji proje olmanın çok ötesinde, Türkiye arkeolojisinin gelişimindeki en önemli aşamalardan biridir.
Halet Hoca, projenin tüm olanaklarını kullanarak kendisi için bir çalışma yapmak yerine 19 ayrı projeyi destekleyen bir sistemi kurmayı yeğlemiş ve proje, çalışan 19 ekibi kıskananlar tarafından çökertilinceye kadar da hep arka planda, görünmeyen kişi olmayı yeğlemiştir.
Bir ömür harcayarak Türkiye'nin en büyük açıkhava müzesini oluşturdu
25.05.2003
Müzeler Haftası münasebetiyle Osmaniye Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Karatepe-Aslantaş açık hava müzesine bir gezi düzenledi. Osmaniye Valisi İsa Küçük, bir ömür harcayarak açık hava müzesini oluşturan Prof.Dr. Halet Çambel'e plaket verdi.
Müzeler Haftası ve Karatepe-Aslantaş kazılarının 56. yılı kutlamaları vesilesi ile Osmaniye Kültür ve Turizm Müdürlüğü'nün düzenlediği gezide konuşan Prof.Dr. Halet Çambel, bir ömür vererek meydana getirdiği Karatepe-Aslantaş müzesinin Türkiye'nin en büyük açık hava müzesi olmasından büyük gurur duyduğunu söyledi
Osmaniye Valisi İsa Küçük, müzenin oluşumunda büyük emeği geçen Prof.Dr.Çambel'e bir şükran plaketi verdi. Vali Küçük, "Osmaniye'de turizmi canlandırmak için bütün imkanımızı kullanacağız." derken, plaketi alan Çambel, ilk defa bir Validen böyle bir plaket almanın mutluluğunu yaşadığını söyledi.
1966-1971 yılları arasında gerçekleştirilen bu çalışmadan önce daha 1963 de Chicago Üniversitesi Doğu Bilimleri Enstitüsü'den (Oriental İnstitute) Prof. Braidwood ile bir işbirliğinin oluşup gelişmesini sağlayan Çambel'in bu çabası sonucu ortaya çıkan İstanbul-Chicago Üniversiteleri Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırma Karma Projesi çerçevesinde de, bu bölgede geniş kapsamlı bir yüzey araştırmasının ardından 1964 yılında Urfa-Bozova'da Biris Mezarlığı ve Söğüt Tarlası, 1968 ve 1970'de de Diyarbakır'da Girikihacıyan kazılarını gerçekleştirir. Halet Çambel'in aynı yıllarda, yani 1964'de başlayan bir başka önemli çalışması da Ergani-Çayönü kazısıdır. Anadoluda yaşamış tarihöncesi insan toplayıcılıktan, tarım ve hayvancılığa yani besin üretimine dayalı bir yaşama düzenine geçişini araştırmayı amaçlayan bu çalışma, daha sonra Karlsruhe Üniversitesi Mimarlık Tarihi Kürsüsü başkanı Prof. Dr. W.Schirmer ve ekibinin de katılımıyla devam eder. Bu çalışma kapsamında 1991 yılına kadar arazi çalışmaları sürer; 1991 den bu yana da yayın çalışması ağırlıklı olarak devam eder.
Çambel'in o dönem içinde yer aldığı bir başka çalışma da Keban Barajı'nın yapımıyla su altında kalacak alanın taranması çalışmasıdır. 1966 yılında başlayan bu proje, Michigan Üniversitesi Müzesinden sağlanan eleman, kaynak ve Prehistorya Kürsüsünün işbirliği ile gerçekleştirilir. Bu tarama çalışması daha sonra iki önemli projenin ön çalışması niteliğini kazanır. Bunlardan biri ODTÜ ile girişilen ODTÜ Keban Bölgesi Tarihi Eserleri Kurtarma ve Değerlendirme Projesidir. 1967'de başlayan bu projeyi 1974 yılında Aşağı Fırat Projesi izler.
Keban Barajının suları altında kalacak alanda yapılan tüm çalışmalar, Başkanlığını Kemal Kurdaş'ın yaptığı, ODTÜ Mim.Fak. Restorasyon Bölümü Başkanı Cevat Erder, Mimarlık Fakülte'si Dekan!ı Abdullah Kuran, Türk Tarih Kurumu Genel Müdürü Uluğ İğdemir, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürü Hikmet Gürçay, Proje Müdürü Ekmel Derya ve Halet Çambel'den oluşan çok uyumlu ve idealist bir yürütme kurulu tarafından gerçekleştirilir. Türk üniversitelerinin yanı sıra, yurtdışındaki ensitülerin de yer aldığı Keban projeleri hakkında şunları söylüyor Çambel:
"Bu projede önemli yerlerde enstitülerin çalışmasını sağladık. Çünkü enstitüler, üniversitelerin aksine yıl boyunca çalışabiliyorlar. Üniversitelerin zamanı ise tatillerle sınırlı. Doğal olarak Türkiye'deki ve yurtdışındaki yabancı enstitülerin projeye katılmasını sağladık..
...ülkemizde yabancıların kazı yapmasına karşı olumsuz bir önyargı var. Ancak bu yersiz geliyor bana. Çünkü ülkemiz o kadar zengin ki, herkese o kadar iş var ki, yapmakla bitecek gibi değil. Tahribatta o kadar yaygın ki, herkesle iş birliği yapmakta yarar vardı."
Yine o yıllarda, yani 1976'da günümüz arkeoloji çalışmalarının ayrılmaz parçasını oluşturan çağdaş arkeometri yöntemlerinin ülkemizde de uygulanmasını sağlamak amacıyla Çukurova, Hacettepe, İstanbul, İstanbul Teknik, Boğaziçi ve Ortadoğu Teknik Üniversitelerinin katılımıyla TÜBİTAK'a bağlı bir Arkeometri Ünitesi'nin kurulmasında da önemli katkıları oldu Çambel'in.
İlerleyen yıllarda, Ergani-Çayönü ile Karatepe'deki çalışmaları, emekli olduğu 1984 yılından sonra da sürüyor
Akademi yaşamı boyunca zaman zaman yurtdışında kalan Çambel'in başka bir ülkede yaşama ve aynı işi orada sürdürme düşüncesi hiç bir zaman olmamış.
"....Ama genel olarak başka bir ülkede yaşayıp aynı işi yapmayı doğrusu düşünmedim. Sonra bu memleket beni yetiştirmiş yani başkasının yerine o yatırımı bana yapmış. Böyle bir şeye hakkım yok." Bu yaklaşımının nedenlerini de şöyle açıklıyor: "...Atatürk'çü düşünceyle, bir kurucu kuşak olarak bizi yetiştirdiler. Yani bizim kuşağın öyle bir işlevi var. Onun için her istediğinizi yapamıyorsunuz, sorumluluk gereği. Bu sayede birçok boşluğu doldurmak zorundasınız. Keban havzası sular altında kalacak! "Bana ne" diyemiyorsunuz. Karatepe doğal bitki örtüsü altında yok olacak; aynı şekilde, "Bana ne" diyemiyorsunuz. Birilerinin bunları kurtarması lazım. Yani kimse bunlarla ilgilenmezse kim yapacak?...Dolayısıyla yapılması gerekli bu tür işlere zorunlu olarak giriyorsunuz....Mesela aynı yaklaşım Ufuk Esin'de, Mehmet Özdoğan'da, Güven Arsebük ve kürsünün diğer mensuplarında da vardır. Sorumluluk hissediyorsunuz...
Halet Çambel'in 1940'lı yıllardan günümüze kadar süren ve bugün de tüm hızıyla devam eden uzun soluklu çalışmaları; gençliğinde yoğrulduğu ve kendisinden sonrakilere de aşılamaya çalıştığı Atatürk'çü ruhtan izler taşıyor. Ve son olarak, Türk tarihöncesi arkeolojisinin ona çok şey borçlu olduğunu söylemek bile fazla.
Bu yazının hazırlanmasındaki katkılarından dolayı,
Mehmet Özdoğan ve Güven Arsebük'e
teşekkür ederiz.
|
|
Kadirli ilçesine 22 Km. Osmaniye iline 30 Km Adana'ya 130 Km.
.
Ören alanı Kuzeyden Güneye 430 Dogudan Batıya 190 m.
,
Burada açılan
AÇIK HAVA
MÜZESİ
Buluntuları sergiliyor
Karatepe-Aslantaş ören yerine ulaşan yollar tamamiyle asfalt olup, ulaşımı çok zevkli ve kolaydır.
Görevli bekçiler yeterince bilgili olup, ziyaretçileri anlatarak gezdirmektedirler.

Karatepe yakınlarında Ceyhan Nehrini geçen deve kervanı. Karatepeden görülen kervan yolunu, halen Türkmen kervanları kullanıyorlar.
|
Geçtiğimiz günlerde Adana Rotary Kulübü, Karatepe'ye çok güzel bir çalışma kazandırdı. Açık Hava Müzesi'ni gezmeye başlamadan önce bir odaya geçiyorsunuz ve size Karatepe ile ilgili hem Türkçe hem de yabancı dillerde bir sunum yapıyorlar. Böylece müzeyi daha bilinçli olarak gezmeniz sağlanmış oluyor.

Kuzey Kapı Sfenks
Köye 1915 yılında bir hoca gelir. Misafir ederler. O da karşılığını vermek ister "Bana bir yer gösterin, size bir hazine bulayım" Kaidesinin üzerinde duran heykeli gösterirler. Heykeli devirirler, başını kırarlar, gövdesini parçalarlar hazine bulunmaz.

Savaş Gemisi Sahnesi
ASTİVATAS'IN SESLENİŞİ
Ben gerçekten Asativatas'ım
Güneşimin adamı, Fırtına Tanrısı'nın kulu
Avariku'sun büyük kıldığı, Adanava hükümdarı
Beni Fırtına Tanrısı Adanava kentine ana ve baba yaptı ve Adanava kentini ben geliştirdim
Ve Adanava ülkesini genişlettim, hem gün batısına, hem de gün doğusuna doğru.
Ve benim günümde Adanava kentine refah,tokluk, rahatlık tattırdım, ve Pahara depolarını doldurdum
Ata at kattım, kalkana kalkan orduya ordu kattım, herşey Fırtına Tanrısı ve Tanrılar için,
çalımlıların çalımını kırdım.
Ülkede kötü olanları ülke dışına attım
Kendime bey konakları kurdum, soyumu rahata kavuşturdum ve baba tahtına oturdum, bütün krallarla barış kurdum.
Krallar da beni ata bildiler, adaletim, bilgeliğim, ve iyi yüreğim için.
Bütün sınırlarımda güçlü kaleler kurdum, kötü kişilerin, çete başlarının bulunduğu sınırlarda;
Mopsos evine boyun eğmeyenlerin hepsini ben , Asativatas, ayağımın altına aldım.
Buralardaki kaleleri yok ettim, kaleler kurdum ki Adanavalılar rahat ve huzur içinde yaşaya.
Gün batısına doğru benden önceki kralların alt edemediği güçlü ülkeleri alt ettim.
Ben Asativatas, bunları alt ettim, kendime kul ettim ve onları ülkemin gündoğusuna doğru, sınırlarımın içine yerleştirdim.
Ve günümde Adanava sınırlarını gün batısına, gerekse gün doğusuna doğru genişlettim.
Öyle ki, önceleri korkulan yerlerde, erkeklerin yola gitmekten korktukları ıssız yollarda, günümde kadınlar kirmen eğirerek dolaşmaktadır.
Ve benim günümde bolluk, tokluk, rahat ve huzur vardı.
Ve Adanava ve Adanava ülkesi huzur içinde yaşıyordu.
Ve bu kaleyi kurdum ve ona Asativadaya adını vurdum,
Fırtına Tanrısı ve tanrılar beni buna yönelttiler, ta ki bu kale Adana ovasının ve Mopsos evinin koruyucusu olsun.
Günümde Adana ovası topraklarında bolluk ve huzur vardı,
Adanava'lılardan günümde kılıçtan geçen kimse olmadı.
Ve ben bu kaleyi kurdum, ona Asativadaya adını vurdum.
Oraya Fırtına Tanrısı'nı yerleştirdim ve ona kurbanlar adadım; yılda bir öküz, çift sürme zamanı bir koyun, güzün bir koyun adadım.
Fırtına Tanrısını takdis ettim, bana uzun günler, sayısız yıllar ve bütün kralların üstünde büyük bir güç bahşetti.
Ve bu ülkeye yerleşen halk öküz, sürü, bolluk ve içkiye sahip oldu, dölleri bol oldu, Fırtına Tanrısı ve tanrılar sayesinde.
Asativatas'a ve Mopsos evine kulluk ettiler.
Ve eğer krallar arasında bir kral, prensler arasında bir prens, hatırı sayılır bir insan Asativatasan'ın adını bu kapıdan siler, buraya başka bir ad yazar, bunun ötesinde bu kente göz diker ve Asativatas'ın yaptırdığı bu kapıyı yıkar, yerine başka bir kapı yapar ve ona kendi adını vurursa, aç gözlülük, kin ya da hakaret amacıyla bu kapıyı yıkarsa, o zaman Gök Tanrısı, Yer Tanrısı ve Evrenin Güneşi ve bütün tanrıların gelen kuşakları bu kralı, bu prensi ya da hatırı sayılır kişiyi yeryüzünden sileceklerdir.
Yalnızca Asativatas'ın adı ölümsüzdür, sonsuza dek,
Güneşin ve Ayın adı gibi.


NAİL ÇAKIRHAN
Halet Hanım, Paris Sarbonne'daki arkeoloji eğitimini
tamamladıktan
sonra İstanbul Üniversitesi'nde asistanlığa başlar.. Bu
arada yakın
dostu Minâ Urgan sayesinde (o zamanlar) şair ve yazar Nail
Çakırhan'la tanışır..
Çakırhan ve Çambel, 1940'lı yılların başında evlenmeye
karar verir...
Ancak Atatürk'ün yakın arkadaşlarından baba Hasan Cemil
Çambel,
bu evliliğe şiddetle karşı çıkmaktadır...
Neden mi? Cevabı, Nail Bey'den..
"Hasan Bey, o zamanki siyasi düşüncemden olsa gerek kızıyla
evlenmemi istemiyordu. Ancak Halet'le ben, birbirimizi çok
seviyor ve
evlenmek istiyorduk. İzin koparamayınca izimizi
kaybettirdik. Acil
evlenme raporu çıkartarak bir arkadaşımızın evinde gizlice
nikahlandık.
Saklandığımız eve evlilik memurunu çağırmıştık.
Nikahlandıktan sonra
ortalığa çıktık ama ailenin bize karşı küskünlüğü yıllarca
sürdü."
Halet Hanım'la Nail Bey'in hayat arkadaşlığı, daha sonra iş
arkadaşlığına da dönüşür. Adana Açıkhava Müzesi'nin yapım
çalışmaları sürerken, bir gün müze inşaatını yapan
müteahhit işi
bırakır.. Halet Hanım'dan kocasına iş daveti! Gel inşaatın
başında dur..
O güne kadar bir tek çivi bile çakmamış olan Çakırhan,
birkaç inşaat
kitabı karıştırır, birkaç inşaat ustasıyla konuşur ve iki
yıl boyunca müze
inşaatına nezaret eder.
İnşaat sırasında kendince fikirler üretip farklı inşaat
teknikleri kullanır
ve Müze'nin tamamlanmasını sağlar. Bu arada projenin dışına
çıkıp
estetik boyutlar da katar Müze'nin dış görünüşüne...
Ve yıllar geçer, Halet Hanım sayesinde kıyısından
köşesinden inşaat
işine bulaşan Nail Bey, Muğla Gökova'da yerel mimariden
esinlenerek
bir ev yapar ve malûm ödülü kazanır..
AGA HAN DÜNYA MİMARLIK ÖDÜLÜ

TÜRK KÜTÜPHANECİLİĞİ
Turkish Librarianship
Cilt 17 Sayı: 1 Mart 2003 ISSN 1300-0039
Karatepe Kazıları ve İdealist Bir Genç Kaymakam
Ali Can*
Bu yazı; 1980'li yıllarda Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü TÜYATOK (Türkiye Yazmaları Toplu Kataloğu) Projesi'nde birlikte çalıştığım, halen Milli Kütüphane Başkanlığı bünyesinde yürütülen bu projede çalışmalarını sürdüren değerli dostum Ahmet Cevdet Geçkil'in bir sohbetimiz sırasında anlattığı ve beni oldukça etkileyen bir anısını, siz değerli meslektaşlarımla paylaşmak isteğinden doğdu.
Eski adıyla Mülkiye Mektebi'nden mezun olan ve genç bir kaymakam olarak meslek yaşamına başlayan Ahmet Cevdet Bey, Ticaret Bakanlığı'ndan genel müdür olarak emekli olduktan sonra, Prof. Dr. Özer Soysal'ın Kütüphaneler Genel Müdürü olduğu dönemde hayata geçirilen TÜYATOK Projesi'ne, 1979 yılında, Arapça, Osmanlıca ve Fransızca bilmesi nedeniyle katılmıştır. Halen bu projede, ilerlemiş yaşına rağmen ücret almadan çalışmasını sürdürmektedir.
Bu güzel anı özetle şöyle: Ahmet Cevdet Bey, 1947 yılında Kadirli'de genç bir kaymakam olarak görev yaptığı sırada, bölgedeki önemli bir Geç Hitit kalesi olan Karatepe'de kazı başlatmak üzere Kadirli'ye gelen Prof. Bossert ve o sıralarda genç bir asistan olan, bugünse dünyaca ünlü arkeoloğumuz Prof. Dr. Halet Çambel, kazı için parasal kaynakları olmaması nedeniyle, kendisinden yardım istemişler. Kaymakamlığın bu tür harcama bütçesi olmamasına rağmen Ahmet Cevdet Bey, kazı çalışmalarının aksamasına gönlü razı olmadığı için kazıya maddi kaynak sağlayabilmek amacıyla, Çocuk Esirgeme Kurumu aracılığıyla bir eşya piyangosu düzenletmiş. Elde edilen gelirin (beş 5000 lira) yarısı, Karatepe çalışmalarına, diğer yarısı Kadirli Belediyesi'nde 600 ciltlik bir kitaplık kurulmasına ve 23 Nisan'da muhtaç çocukların giydirilmesine harcanmış.
Değerli hocamız Prof. Dr. Özer Soysal'ın da dostu olan Ahmet Cevdet Bey, bir sohbetleri sırasında aynı anıyı anlatınca, Özer Bey de bu olayı çok anlamlı bularak, eğer belgeleyebilirse yayımlanmasının yararlı olacağını belirtmiş. Bunun üzerine Ahmet Cevdet Bey, Halet Çambel'e mektup yazıp, 1947 yılındaki bu ilişkilerini anımsatarak, o günleri hatırlayıp hatırlamadığını sormuş. Bu mektuba, 80'li yaşlarında olmasına rağmen halen Karatepe'de çalışmalarını sürdüren Halet Çambel'den, o günleri ayrıntılarıyla anlatan yanıt gelmiş.
Ahmet Cevdet Bey'den bu anıyı dinledikten sonra, Prof. Dr. Halet Çambel'in mektubunu da okuduğumda, istenirse kültürümüze ve kültürel mirasımıza, imkânsızlıklar içinde bile nasıl sahip çıkılabileceğini örnekleyen bu olayı daha ayrıntılarıyla anlatan Halet Çambel'in mektubunu da yazıya ekleyerek belgelendirmek istedim. Yayımlanabilmesi için Ahmet Cevdet Bey tarafından sözlü olarak izin alınan, değerli arkeolog Prof. Dr. Halet Çambel'in mektubu, özgün haliyle verilmiştir.
İlerlemiş yaşlarına rağmen, kültürel mirasımızın iki ayrı alanında çalışmalarını sürdüren değerli Prof. Dr. Halet Çambel'e ve dostum Ahmet Cevdet Geçkil'e daha uzun yıllar kültürümüze katkılarının sürmesi dileği ve saygılarımla...
________________
*Ali Can, Kültür Bakanlığı Kütüphaneler Genel Müdürlüğü çalışanıdır; e-posta: alican@marketweb.net.tr
15.12.2002
Karatepe-Aslantaş
Prof. Dr. Halet Çambel
Kadirli/Osmaniye
Pek Sayın Ahmet Cevdet Bey,
Gene Karatepe'deyiz. 1947'den beri yarım asırdan fazla bir zaman geçtiği halde, sizi hep minnet, saygı ve sevgi ile anıyorum.
M.Ö.8.yüzyıla ait bir Geç Hitit kalesi olan Karatepe-Aslantaş'ı genç bir asistan olarak Prof. Dr. Bossert ile birlikte 1946'da, dağ başında, orman içinde bulmuş, 1947'de kazıya başlamak üzere harekete geçmiştik. Karatepe'de hiyeroglif ve Fenike yazısı ile aynı anlama gelen uzun yazıtlar bulunduğundan hiyerogliflerin Fenikecenin yardımı ile çözülmesi olanağı ortaya çıkmıştı.
Ancak, Üniversite, Genel Müdürlük ve Türk Tarih Kurumunca ayrılan ödenek çok yetersiz olduğu için, yerel kaynaklarla bu sorunun halli için size başvurmuştuk.
Hatırladığıma göre, siz iki seçenek üzerinde durmuştunuz. Bunlardan biri, Kadirli'nin zengin toprak ağalarına başvurmak, diğeri ise bir eşya piyangosu düzenlemek yoluyla halkın katkısını sağlamaktı.
Kaymakam olarak çeltik komisyonu başkanı olduğunuz, çeltiğin köylere belli bir mesafede kalması gerektiği, ağalar bu kuralı delmek için türlü baskılarda bulundukları için, siz ikinci seçeneği tercih etmiştiniz.
Ancak, gene hatırladığıma göre, kaymakamlığın bizzat piyango düzenlemesi hukuken mümkün değildi. Bu nedenle işi, çalışmalarınızı yakın ilgi ile izleyen Kadirli İlkokulu Başöğretmeni ve Çocuk Esirgeme Kurumu Kadirli Şubesi Başkanı Osman Arıkan'a havale etmiştiniz. Çocuk Esirgeme Kurumu'nun tüzel kişiliği ve bir bütçesi olduğu için böyle bir piyango düzenlemesi hukuken mümkündü.
Osman Arıkan işe sarıldı, Çocuk Esirgeme Kurumu eşya piyangosu teklifini benimsedi, sizin önerdiğiniz doğrultuda karar verdi. Buna göre, her biri 1 (bir) liralık 10.000 bilet bastırılacak ve hasılatın yüzde ellisi Karatepe çalışmalarına, yüzde yirmi beşi 23 Nisan'da muhtaç çocukların giydirilmesine, geriye kalan yüzde yirmi beşi de Kadirli Belediyesinde 600 ciltlik bir kitaplığın kurulmasına ayrılacaktı.
Piyango tertibi valinin iznine bağlı olduğu için, siz bizzat Adana'ya gitmiş işlemleri sonuçlandırmış, biletleri Adana'daki bir basımevine bastırmıştınız.
Yurt çapında çeşitli kurum, kuruluş ve özel kişiler nezdinde yapılan girişimler sonucunda biletler satıldı, o günün koşullarında önemli bir meblağ olan 5000 liraya yakın safi hasılatla Çocuk Esirgeme Kurumu'nun kararı aynen gerçekleştirildi.
Bu malî destek sayesinde Karatepe'deki çalışmalarımız hız kazandı, hiyerogliflerin çözümünde yol alındı.
Siz o yıl ayrıca Kadirli'de ortaokul kurulması için, köylünün okumasının kendi çıkarlarına ters düştüğünü düşünen zengin toprak ağalarının karşı koymasına rağmen, bu çok önemli işe giriştiniz ve halkın takdir ve sevgisini kazandınız.
Prof. Bossert'le Adana Valisi';ne vedalaşmak için gittiğimizde Vali "Kaymakama Kadirli'de otur, hiçbir şeye karışma, iş yapmağa kalkışma dedim, iş yapmağa kalktı, ben de tekdir ettim" dedi. Valinin sizi takdir edip tebrik edeceğine ve bir takdirname verdireceğine böyle söylemesi ikimizde de şok etkisi yapmıştı.
İşte, 1947'den beri yarım asır geçen, Karatepe-Aslantaş'ın bütün dünyadan ziyaretçi çeken bir açık hava müzesi haline geldiği bu günlerde, hep o günleri ve sizin yaptıklarınızı anıyorum.
Saygı, minnet ve sevgilerimle.

YAŞAMINA ARKEOLOJİYE VE
ANADOLU'YA ADAMIŞ
BİR BİLİM KADIN
HALET ÇAMBEL
. Dr. Halet Çambel'in ülkemizde, kendi mesleğinde çok özel bir yeri vardır. Ancak, kişiliği ve çalışmaları yalnızca Türkiye ile sınırlı olmayıp, Avrupa ve Amerika'daki bilim çevrelerince de yakından bilinmekte ve tanınmaktadır. Kurduğu Prehistorya Kürsüsü (Anabilim dalı) ve ona bağlı Prehistorya Laboratuvarı, yetiştirdiği elemanları, Karatepe'de oluşturduğu kendi türündeki ilk Açık Hava Müzesi, Güneydoğu Anadolu Tarihöncesi Araştırmaları Karma Projesi ve meydana gelmesinde büyük katkıları olan ODTÜ Keban ile Aşağı Fırat Projeleri; hem birlikte ve hem de ayrı ayrı, ileriye yönelik günümüz Türk arkeolojisinin önemli köşe taşlarını oluşturur..."
İKİ YIL ÖNCE YAYIMLANAN Prehistorya Yazıları adlı kitapta böyle söz ediliyor Halet Çambel'den. Yarım yüzyılı aşkın arkeoloji yaşamının, yayımlanmasına uğraştığı bilimsel birikimi, onun bugünlerdeki en önemli uğraşı. Bu uğraşın verildiği ev ise Çambel'e göre bugünlerde 'karmakarışık.

Halet Çambel!in çocukluğunun bir bölümünü de geçirdiği, Arnavuköy yalı boyundaki 212 numaralı bu ev, bir yalı iken, sekiz on yıl önce önündeki deniz doldurularak sahil yolu geçirilmiş. Yine de ahşap yapının büyükçe kapısından içeri girince o eski yalı havası hâlâ solunabiliyor... Evde sizi çoğu yüzyılın başından kalma eşyalar karşılıyor. Salon, yüksek tavana karşın, yarıyarıya kapalı panjurların izin verdiği ölçüde aydınlanabiliyor. Salonun iki yanındaki odalardan sağdakine geçildiğinde, sizi bir kadın karşılıyor. Omuzlarına ulaşmayan aklaşmış kısa saçları, gömlek ve pantolondan oluşan giysisi ile orta yaşının biraz üzerinde gösteren bu dinç kadının; küçük bir hesapla sekseninde olması gereken Prof. Dr. Halet Çambel olduğuna inanmak güç. Ama çok geçmeden, bu dinçliğin nedeninin; yarısından çoğu Anadolu'da kazılarda geçen akademik yaşamı ve belki ortaokul yıllarında biraz da zorunlu olarak başlayan sporculuğu olduğunu anlıyorsunuz. "Ben kolejdeyken (Arnavutköy Amerikan Kız Koleji) çok zayıf bir çocuktum." diyor Çambel ve devam ediyor: "... Hep ölecekmiş gibi duran bir çocuk. Harp çocuğu...Ortaokula başladığım vakit her sene iki ay hasta olurdum...Tifo, sarılık, dizanteri... Birbuçuk sene sadece haşlanmış patates ve pirinç yiyebildim... Ancak daha sonra spora başladım. O dönemde okulda çeşitli etkinlikler vardı; folklor, tiyatro, eskrim gibi... Ben de eskrim ve okçulukla ilgilendim. Yaşadığımız ev ve oturduğumuz semt de uygun olduğu için yüzme ve kürek de yapabiliyordum."
Ama bu spor merakının ona olimpiyatlara katılan ilk Türk Kadın Sporcu sıfatını kazandıracağını ve bunun da dünyaya geldiği kentte, 1936 yılında gerçekleşeceğini elbette daha o yıllarda bilemezdi. Çünkü Halet Çambel, Almanya!da askeri ataşelik görevini yürüten Kurmay Albay Hasan Cemil Bey ile o yıllarda Berlin Büyükelçisi'nin kızı Remziye Hanım'ın üçüncü çocuğu olarak 27 Ağustos 1916'da Berlin'de dünyaya gelir. I. Dünya Savaşının en şiddetli yıllarıdır; o yıllarda, Hasan Cemil Bey Irak cephesinde 51. Piyade Tümen Komutanı olarak Felahiye çarpışmalarına katılır ve Berlin'deki askeri ataşelik görevine yaralı olarak geri döner. Anadolu'nun işgal altında olması ve daha önemlisi savaşta bozulan sağlığının tedavi gerektirmesi yüzünden, Türkiye'ye hemen dönemez. Bu nedenle 1924'e kadar ailesiyle Avrupa'da yaşayan Halet Çambel, önce İsviçre Büyükelçisi olan amcasının yanında, sonra bir süreliğine Viyana'da, son olarak da yine Avusturya Tirol'lerde kaldıklarını anlatıyor. "Biz Tirollerdeyken ormanın kenarındaki bir yamaçta, çok büyük bağı, bahçesi olan bir evde kalıyorduk. Bir alt katımızda da, daha sonra Türkiye'nin ilk grafikeri olan İhap Hulusi ve ailesi kalıyordu. Gerek aile içinde gerekse misafirlerle sürekli İstiklâl Harbi konuşuluyordu. O zamanlar biz çocuklar da bahçede İstiklâl Harbini canlandırırdık..."
Çambel ailesi o dönem sıkça yer değiştirir. Bu nedenle çocuklarının eğitim sorunlarını çözmek için evde bir öğretmen bulundururlar. Bu sayede ilkokulu Almanca okur Halet Çambel; İstanbul'a geldikten birkaç yıl sonra da, ortaokula başlamak için Arnavutköy Kız Koleji'ne kaydolur. Atatürk'ü ilk kez, İstanbul'a geldiğinde herkes gibi sandalla karşılamaya gittikleri Ertuğrul Yatı'nın güvertesinde gördüğünü anlatıyor ve "Biz Atatürk'ün devrimleriyle büyüdük. O dönem, Cumhuriyet Türkiyesinin altın çağıydı..." diye vurguluyor.
Yarı hasta yarı sağlam bitirir ortaokulu. Sonra, yine aynı kolejin lise bölümüne devam eder Çambel. Spora başlamasıyla sağlığı düzelir, daha sonra önemli bir sağlık sorunuyla karşılaşmaz. Arnavutköy Amerikan Kız Koleji’nin ezberci bir okul olmadığını, bilgiyi ezberletme yerine, bugün üniversitelerde bile olmayan ancak olması gereken, bilgiye nasıl ulaşılabileceğini öğreten bir sistemi olduğunu anlatıyor. "Matematik gibi bazı dersler dışında birçok ders, birden fazla kitaptan takip edilirdi. Bu sayede herkes; aynı anda aynı konuyu, farklı kitaptan öğrenmiş olur, dolayısıyla aynı konu hakkında birden fazla yaklaşımdan haberi olurdu öğrencinin. Bu da çok açılı ve eleştirel bir öğretimin gerçekleşmesini sağlardı..."
Lise yıllarının ilk dönemlerinde fiziğe ilgi duyan Halet Çambel o sıralar fizik okumak istermiş. Ancak öğretmen değişikliği nedeniyle fiziğe olan ilgisi azalmış. Sonra da iyi bir matematik öğretmeni sayesinde aynı ilgiyi matematiğe duymaya başlamış.
VE ARKEOLJİ

Yaşamını değiştirecek Arkeoloji'ye olan ilgisini ise yine lise yıllarında keşfetmiş Halet Çambel: "O zamanlar, Arnavutköy Kız Koleji'nin dört yıllık lise kısmında uygulanan bir sistem vardı. Buna göre, öğrenci onuncu sınıfa geldiğinde; Türkçe, Matematik ve İngilizce dersleri iyiyse, farklı konularda verilen seçmeli dersleri alabiyordu. Ben de normal lise öğretiminin üzerinde gösterilen bu dersler arasından matematik ve sanat tarihini seçtim..."
Sanat tarihi öğretmeninin konularını etkili bir biçimde anlatmasının yanı sıra, uygulama olarak hafta sonları İstanbul'un tarihi ve arkeolojik yerlerine düzenlediği geziler, Halet Çambel'in kararını değiştirir, bir bakıma da Arkeoloji serüveninin başlamasını sağlar.
Lise bitip, Devlet Olgunluk Sınavını da Galatasaray Lisesi'nde verdiğinde takvimler 1935 yılını göstermektedir. Halet Çambel için son kararını verme zamanı gelmiştir. O dönemde kazandığı iki burstan biri, Amerikan Hükümeti'nin öteki de Fransız Hükümeti'nin önerdiği öğrenim burslarıdır. Ailesi Amerika'nın uzak oluşu nedeniyle, Fransız hükümetinin bursunu tercih eder. Bu sayede Fransa'daki eğitimine arkeoloji dalında, Sorbonne Üniversitesi'nde başlar Çambel. Fransa'da üç yıl sürecek lisans öğreniminde arkeoloji ile ilgili uygulamalar yanında Hititçe'yi ve Eski İbranice'yi öğrendiği "Ècole Pratique des Hautes Ètudes", "Institute Catholique" ve "Ècole du Louvre" da öğrenimini tamamlar. Sorbonne Üniversitesi'nde öğrenimine başladığı yıllarda, Fransa'ya alışmak pek güç olmamış Çambel için. Hatta çeşitli nedenlerle tanıştığı Türk öğrencilerinin çektiği vatan özlemini onlar gibi duyumsamıyor olması, doğrusu bir parça rahatsız etmiş kendisini.
Fransa'daki eğitimi sırasında boş vakitlerini eskrim ve binicilikle değerlendiren Çambel'i orada bulunuşunun ilk yılı sonunda önemli bir sürpriz bekler. 1936 yılının yazında bir önceki yıl olduğu gibi Türkiye!ye dönmeyi planlayan Çambel, Türkiye'den gelen teklifi geri çevirmez ve böylece Suat Fetgeri Aşeni ile birlikte eskrim dalında ilk Türk kadın sporcu olarak 1936 Berlin Olimpiyatları'na katılır.
Aynı yıllara rastlayan bir diğer önemli raslantı da babası Hasan Cemil Çambel'in Türk Tarih Kurumu Başkanlığı'na getirilmesi olur. Atatürk'ün direktifi üzerine T.T.K.'ca yapılacak arkeolojik bir kazı yerinin seçimi için Cemil Çambel, Dr.Kurt Bittel'e danışır ve Alacahöyük seçilir. Halet Çambel'in arkeolog olmak istediğini öğrenen Bittel, 1935 yazında onu, başkanı olduğu Boğzköy kazısına stajyer olarak götürür. Bu da Çembel'in ilk kazı deneyimi olur.
1938'e gelindiğinde, lisans öğrenimini bitiren Çambel!in planı yine Sorbonne'da doktora yapmaktır. Bu amaçla 1938-39 döneminde doktora çalışmalarına başlar. 1939 yılının yaz aylarında İstanbul Fransız Arkeoloji Enstitüsü'nün Afyon ili Phrygia Bölgesi'nde, Dr. Emilie Haspels başkanlığındaki Yazılı Kaya / Midas Şehri kazısına katılır ve Pişmişkale kazısını yürütür. Ancak kötü haberin ulaşması pek fazla sürmez: Enstitüden gelen bir telgraf, II. Dünya Savaşı'nın başladığını ve kazı ekibinin bir an önce İstanbul'a dönmesi gerektiğini bildirir. Bu haber üzerine çalışmayı yarıda bırakan ekip, kısa bir süre içinde döner. Halet Çambel ise savaş nedeniyle Fransa'ya dönemez, İstanbul'da kalır. Bu arada kazı ekibinin başkanıyla İstanbul Arkeoloji Müzesi'nde çalışmayı sürdürürken, İstanbul Üniversitesi'nde görev yapan Prof. Dr. H. Th. Bossert'ten asistanlık teklifi alır. "Orta Anadolu, bozkır ve Erciyas Dağı benim için büyük bir özlem kaynağıydı. Zaten Fransa'ya da dönemiyordum. Bu nedenle Kayseri Müzesi'nde çalışmaya karar vermiştim. O sıralar Prof. Dr. Bossert'in asistanlığını yapan Bahadır Alkım askere gidince, profesör asistansız kalmış. Bu nedenle asistanı olmamı önerdi. Ben de Kayseri Müzesi'ni düşündüğüm için kabul etmedim. Ayrıca son derece çekingendim. Hele öğrenci önüne çıkıp da ders verebileceğime hiç inanmıyordum. Ama Prof. Bossert önerisini defalarca tekrarlayıp ısrar edince, 9 ay için kabul ettim. Çünkü asistanı yani Bahadır Alkım, 9 ay sonra dönecekti..." diyor Çambel.
Ancak, kendi deyimiyle takılıp kalır. Buna karşın korktuğu başına gelmez. Çünkü Prof. Dr. Bossert çok hareketli bir kişidir ve özellikle Hitit Uygarlığına ait kalıntıların peşinde olduğu için, her yıl oluşturduğu bir ekiple Orta Anadolu başta olmak üzere, Anadolu'nun çeşitli bölgelerine araştırma gezileri düzenler. Bu sayede Anadolu'da çok yer gezdiğini söyleyen Halet Çambel'in hayatındaki önemli bir değişiklik de yine o tarihlerde, yani 1940 yılında Nail V. Çakırhan'la evlenmesiyle gerçekleşir.
Üniversitedeki yaşamına ekonomik sıkıntıyla başlayan Çambel, 1943'te doktora çalışması için Türk Tarih Kurumu adına Kırşehir Hashöyük'deki kontrol kazısını gerçekleştirir. Bu arada 1946 yılına, yani bilim çevrelerinde büyük yankı uyandıracak Karatepe çalışmasına kadar, Prof. Dr. Bossert'le birlikte Anadolu'daki araştırma gezilerini sürdürür.
Şair ve gazeteci olan Nail V. Çakırhan'ın daha sonraları Çambel'in akademik yaşamında önemli bir yer tutacak olan Karatepe Aslantaş projesinde, gizli kalmış mimarlık yeteneğiyle, küçümsenmeyecek ölçüde yardımı olacaktır. Ne var ki Halet Çambel'in yaşamındaki bu önemli değişiklik yanında bir önemli sorun daha kendini o sırada gösterir. Çünkü II. Dünya Savaşı'nın zora soktuğu günün ekonomik koşullarına üniversitedeki kadro yokluğu da eklenince Çambel için ekonomik sıkıntı çok daha ciddi bir hal alır: "Kaldık ortada... Neyse ki o sırada arkadaşların önerisiyle, Haydarpaşa Erkek Lisesi'nde askere giden bir öğretmenin yerine Fransızca öğretmenliği yapmaya başladım. O biraz rahatlattı..." diyor o dönemi anlatırken. Sonraki yıllarda idareten açılan geçici kadrolarda üniversitedeki görevini yürüten Çambel, ancak doçent ünvanını aldıktan sonra asistan kadrosuna geçebilecektir.
1946 yılına gelindiğinde o yıl da önceki yıllarda olduğu gibi Anadolu'daki Hitit kalıntılarının izini sürmek üzere, başkanlığını Prof. Dr. Bossert'in yürüttüğü küçük bir araştırma ekibiyle Kayseri'ye gidilir. Amaç Kayseri ile Adana arasında kalan bölgede, Hitit eserlerini izlemektir. Ancak gezi sırasında, Feke ile Saimbeyli arasında bindikleri araç bozulunca Prof. Dr. Bossert ile Halet Çambel, ekibi yol üzerindeki harabe bir hana bırakarak Feke'ye yürüme kararı alırlar. Şanssızlıklar üst üste gelir, çünkü yola çıkmalarından bir süre sonra kar başlar. Zorlu bir yürüyüşten sonra Feke'ye varırlar ve hemen geride kalan ekibin Feke'ye getirilmesini sağlarlar. Olumsuz hava koşulları yüzünden ekip bir hafta Feke'de mahsur kalır. Halet Çambel de dahil olmak üzere ekibin çoğunluğu hastalanır. Bu arada yörenin çobanlarından daha güneydeki Kadirli'nin doğusunda, taştan yapılmış bir aslan heykeli olduğunu öğrenirler ve bunun önemli bir ipucu olduğunu düşünerek Kozan'a doğru yola çıkarlar. "Eğer Hitit uygarlığı'na ait kalıntılar arıyorsanız, bu tür bilgiler önemli olabiliyor zaman zaman. Çünkü Anadolu'daki aslantaşlar ya Roma ya da Hitit uygarlıklarına ait oluyor genellikle..." diyor Çambel o günü anlatırken. Kozan'a vardıklarında Prof. Dr. Bossert dışında ekipteki herkesin sağlık durumu daha da bozulmuştur. "Kozanda'yız. 39° ateşim var. Herkes hasta. Dolayısıyla kimse gitmek istemiyor kalıntının olduğu yere. Durumu değerlendirirken Bossert, "sen gelmezsen ben de gitmem" deyince mecburen gittim. Bir de, insan yüksek ateşle de çalışabiliyormuş bunu öğrendim..." diyor ve ardı sıra "Tabii oraya o gün gitmeseydik daha sonra mutlaka gidilirdi çünkü elde ipucu vardı. Ancak o gün gitmemiz Karatepe'nin bir an önce bulunmasını sağladı..." diye ekliyor alçakgönüllü bir tutumla.
Karatepe'nin keşfinden sonra hazırlanan broşür Karatepe'yle ilgili bugün bile devam eden uzun soluklu çalışmanın ilk ürünü olur. Ertesi yıl Türk Tarih Kurumu ve İstanbul Üniversitesi adına Prof. Dr. Bossert ve Dr. Bahadır Alkım'la kazıya başlanır. Muhibbe Darga ve Nihal Ongunsu da ekibe dahildir. Bu arada, eski adıyla Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü yeni adıyla Müzeler ve Anıtlar Genel Müdürlüğü'nün parasal desteği de alınır. Halet Çambel, o yıllarda tüm hızıyla süren Karatepe kazısı ve Karatepe'yle ilgili olarak çok daha sonraları, yani 1989 yılında o günkü Çevre Genel Müdürlüğü ile Çukurova Üniversitesi'nin ortak hazırladığı Çevre'89 Kongresi'nde sunduğu bildirisinde şunları aktarıyor: "...Karatepe-Aslantaş kalesi, söz konusu Son Hitit döneminde, M.Ö. 8.yy'da kendisini "Adana Ovası hükümdarı" olarak tanıtan Asativatas tarafından kurulmuştur. Kırallığın merkezi Adana ovasında, Pahri/Pahari adında, olasılıkla Misis (antik Mopsuhestia), bugünkü Yakapınar'da idi.
...Karatepe-Aslantaş kalesi Andırın ovasına (bugünkü Aslantaş baraj gölü) hakim, doğal bir tepe üzerine kurulmuştur. Altı taş temel, üstü kerpiç, burçlarla donanmış bir kale duvarı ile çevrilmişti. Kale içinde hükümdarın yazlık av köşküne, hizmetlilere, askerlere, atlara ait binalarla depolara ait taş temel kalıntıları açığa çıkarılmıştır.
...Kapıların iç duvarları baştan başa aslanlar, sfenksler, dönemin inanç ve yaşantısını yansıtan kabartmalar ve iki dilli yazıtlarla donatılmış olan bazalttan yapılma levhalarla kaplı idi.
...Asativatas'ın öyküsünü dile getiren aynı anlamdaki yazıtlar, bir yandan, en eski alfabe yazısı olan Fenike yazısı ile, diğer yandan da her bir işareti bir hece ya da kavram olan hiyerogliflerle yazılmıştı. O zamana kadar tam anlamıyla okunamayan hiyerogliflerin, okunabilen Fenike yazıtı yardımıyla nihai çözümü böylelikle mümkün oldu.
...Karatepe-Aslantaş'a kervan ve at yolundan başka yol yoktu, hatta o dönemde Ceyhan-Kadirli yolu da henüz yapılmamıştı. Eserlerin bu nedenle taşınması fiilen olanak dışı idi. Öte yandan bunların kaderleriyle başbaşa bırakılması da olanaksızdı, çünkü kısa sürede süratle gelişen bitki örtüsü altında yok olacaklardı. Bu nedenle bunların bir an önce derlenip toplanıp onarım çarelerine bakılması gerekiyordu. Fakat ülkede o dönemde bu işi yapacak restoratör olmadığı için, bu iş hiç de kolay olmayacaktı."
Karşılaşılan güçlüğün yanı sıra, kendini gösteren bir başka sorun da, Prof. Dr. Bossert'in, eski adı "Misis" olan ve Karatepe yakınlarındaki Ceyhan Ovası'nda bulunan höyükte kazı yapma düşüncesiydi. Bossert'e göre kazı ekibinin buradaki işi bitmişti ve ortaya çıkarılan kalıntılarla müzelerin ilgilenmesi gerekiyordu. Ancak bu düşüncesini Bahadır Alkım ve Halet Çambel'e bir öneri olarak sunan Bossert, olumlu bir yanıt alamıyordu. Çünkü Alkım, Karatepe'de bir süre daha kalmayı düşünürken; Halet Çambel'e göre asıl iş bundan sonra başlıyordu, zira buluntuların akıbetinden endişeliydi. Bu fikir ayrılığı sonucu Bossert kurduğu yeni ekibiyle Misis'e doğru yola koyulurken, geride kalanlara da, aslında başlı başına bir bilim dalının yani restorasyonun çalışma alanına giren, buluntuların ne yapılacağı sorusuna yanıt bulmak düşüyordu. Ancak bu soruya yanıt bulmak o kadar da kolay olmadı. Bunun en önemli nedeni; ülkemizde o dönemde bu tür taş eser restorasyonuyla ilgili çalışan bir birimin olmayışı bir yana, bu işi yapabilecek tek restoratörün bile bulunmayışıydı.
Sonunda hoş bir raslantı sorunu çözer. O sıralarda İtalya'daki bir kongreye katılan Çambel, orada Roma Merkezi Restorasyon Enstitüsü'nün müdürü Prof. C.Brandi ile tanıştırılır. Ona Karatepe'nin restorasyon sorununu anlatır. Çözüme yönelik önerilerden ilki, buluntuların İtalya'ya taşınmasıdır. İtalya bir yana buluntuların en yakın ilçeye bile taşınmasının mümkün olmadığını, çünkü taşınması gerekenin belki yüzlerce ton bazalt olduğunu hatırlatan Çambel'e sunulan öteki öneri de enstitüden bir restoratörün Karatepe'de görevlendirilmesi olur.
Türkiye'ye dönen Halet Çambel önerinin bir an önce değerlendirilmesini ve zor da olsa gerekli parasal kaynağın bulunmasını sağlar. Aslında bu sonucun uzun vadedeki bir diğer yararı da ülkemizde de bu konuda çalışacak insanların yetişebilmesidir. Halet Çambel, Çevre'89 kongresindeki bildirisinde bu konudan şöyle söz eder: "...Restorasyon işi tarafımızdan 1952'den itibaren Roma Merkezi Restorasyon Enstitüsü ile birlikte yürütüldü. Uzun yıllar ve uzun çalışma dönemleri boyunca, küçük fakat olabildiğince değişmeyen bir ekiple binlerce bazalt parça toprak altından, üstünden, yamaçlardan bulunup taşındı, birleştirilebilenler yapıştırıldı ve sonuçta eserler geniş ölçüde tümlenebildi.
... Bu çalışmalar sırasında, koruyucu toprak örtü altından açığa çıkarılmış olan eserlerin, yağmur ve güneş altında kaldıkça, kılcal çatlaklar oluşturdukları izlendi ve mutlaka örtülmeleri gerektiği anlaşıldı. İlk aşamada, yerinde sağlanan yuvarlak ağaç ve Kadirli Kaymakamı Kemal Küçüktepepınar'ın aracılığı ile Kadirli çeltikçilerinin sağladıkları yardımla alınan oluklu saçlarla geçici çatılar yapıldı."
Ancak zaman geçtikçe onarılan eserlerin sayısı artıyor, dolayısıyla yer sorunu baş gösteriyordu. Bu da restore edilen eserlerin ne yapılacağı konusunda, bir karar alınmasını gerektiriyordu. Bu aşamada Restorasyon Enstitüsünün önerisi bu eserlerin bulundukları yerde, doğal ve tarihi ortamları içinde sergilenmesi yani Karatepe'nin bir açık hava müzesi haline dönüştürülmesi yönünde olunca, soruna çözüm yolu da bulunmuş oldu. Bu dönüştürme sürecini, daha önce adı geçen bildiride şöyle anlatıyor Çambel: "...Bu karar, kuşkusuz, çoklarınca benimsenemezdi o dönemlerde. Yolu olmayan bu dağ başında bu işler nasıl başarılacaktı? Eserler nasıl korunacaktı? Burayı görmeye kim kalkıp gelecekti? Bir yandan yolsuzluktan kaynaklanan çaresizlikten verilen bu karar, Türkiye'nin her zaman böyle kalmayacağı inancıyla, 50 yıl sonrası düşünülerek verildi.
Ülke koşulları dolayısıyla onarıma ihtiyaç göstermeyecek şekilde tasarlanması gereken kalıcı çatılar konusundaki ilkeler, İtalyan enstitüsünün mimarı Franco Minissi tarafından saptandı. Bu ilkelere uygun bir de ön proje hazırlandı: Eskiye öykünmeyen, tamamıyla modern, doğa ile uyumlu, çevreye açık ve gözü eserlerden çatıya çekmeyecek, onları ezmeyecek, çelişki yaratmayacak, fakat kendi içinde hoşa gidecek nitelikte sade ve yalın, üstten ışıklı, sütunlar üzerinde hafif tente serilmişçesine çıplak beton çatılar. Uygulama projesi Y. Mim. Turgut Cansever, emanet inşaat uygulaması fahri olarak gazeteci ve şair Nail Çakırhan tarafından gerçekleştirildi.
Her türlü malzeme sıkıntısı çekilen bir dönemdi (1957-60): Çimento var, torba yok, istenilen putrel demiri imalattan kalkmış, inşaat demiri, çivi, telli cam yok, nitelikli ustalar hep Almanya'ya göçmüş, usta yok, beton suları beygirle çekilmekte.
Bütün bu sıkıntılar içinde başta; Ankara'da Ethem Menderes, Adana Bayındırlık Müdürü Emrullah Altay olmak şartıyla bütün kuruluşlar yardımda bulundu, türlü yol ve yöntemlerle her şey sağlandı; meşakkatli bir çalışma sonucunda meydana Türkiye'nin ilk başarılı çıplak betonları çıktı. Artık eski eserleri görmeye gelenlerden çok, çıplak betonları görmeye gelenler, mimarlar, mühendisler ve teknik üniversitedeki hocaların gönderdiği öğrenciler oldu."
Böylelikle Karatepe açık hava müzesi olurken, daha sonraları yani 1958'lerde yine harcanan büyük çabalarla bir Milli Park halini alacaktı. Bu arada Çambel2in eşi N. Çakırhan'da daha işler bu noktaya gelmeden kendini Karatepe kazı çalışmalarının içinde bulur ve kolay kolay kurtaramaz. Karatepe çalışmalarının tam hızla devam ettiği 1948-49 yıllarında, Fransız Arkeoloji Enstitüsü'nün ile Afyon Yazılıkaya/Midas şehri kazısını da yürüten Çambel, 1967 yılından sonra bir süre, yeterli ödenek ayrılamadğı için Karatepe çalışmasını eski hızıyla sürdüremez. Buna rağmen ufak tefek onarım ve kontrol amacıyla her yıl Karatepe'ye uğramayı da ihmal etmez.
1960 yılına gelindiğinde, Türk siyaset tarihine derin izler bırakan ihtilal, o sıralar Profesörlüğe yükselen Çambel için de kaçınılmaz sonuçlar doğurur. Çünkü ihtilalle üniversitelerden uzaklaştırılan 147 öğretim üyesi arasında Çambel'de vardır.
"Biz de o günlerde Karatepe'de devam eden inşaatla uğraşıyorduk. O sırada bir fırsat olsa da uzun bir izin alabilsem diyordum. O zaman tam bir izin oldu. Hatta dekan Takiyeddin Mengüşoğlu'na telefon edip, geleyim de hiç olmazsa sınavları yapayım; çocuklara bir zararı olmasın dedim. Yanıtı olumlu olmadı, çünkü o da uzaklaştırılanlar arasındaydı."
Bunun üzerine bir süre eşiyle birlikte Karatepe'de çalışmaya devam eden Çambel bir davetle misafir profesör olarak Saarbrücken Üniversitesi'ne gider. 1962-63 yıllarında burada çalışan Çambel daha sonra İstanbul Üniversitesi'ndeki görevine geri döner ve Prehistorya Kürsüsü'nü kurar. 1965-66 yılları arasında da İller Bankası'nın düzenlediği Adana Nâzım (Düzenleme) Planı Yarışmasının ön çalışması için işe koyulur. Bu çalışma için de öğrencilerden oluşan bir ekiple Adana'daki sivil mimari ve arkeolojik değerlerin saptanmasını, belgelenmesini ve koruma altına alınmasını sağlar.
Ardından Devlet Planlama Teşkilatı ve İmar İskân Bakanlığı Çukurova Bölge Planlama Projesi Müdürlüğü ile yapılan işbirliği uyarınca, Adana, Hatay ve İçel de yine öğrencilerden oluşan ekibiyle kapsamlı bir eski eser taraması gerçekleştirir. Bu çalışma içinde Mersin-Anamur sahil şeridi boyunca çeşitli ören yerleri 1/25 000 ölçekli haritalara işlenirken bu alanların koruma önlemlerinin gerçekleşme olanakları da sağlanır. Ama ne yazık ki bu olanaklar zaman içinde sıfırlanır; çünkü bugün, emsalsiz güzellikte ve değerdeki bu bölgeye, site adı verilen beton bloklardan duvarlar örülüdür.
|
|